OCAKSUBAT2024 Zekeriya Şimşek
Domuzlar şehri
Domuzlar şehri Ve İzmir’de yaban domuzları şehre indi; önce Bornova sonra Balçova’da gündelik hayatımıza “komşu” oldular. Başka şehirlerde de! Domuz, İslâm ve Musevilikte yasaklı, Hristiyanlıkta serbest. Suidae familyasından bir memeli hayvan türü ve anayurdu Avrasya. Evcilleştirilmiş ve çiftlik hayvanı olarak kullanılagelmiş. Yılda üç-dört defa ve her defasında altı-on iki arası yavrulayan domuz; ter bezleri olmadığından sıcak havalarda vücudunu serin tutabilmek için sürekli olarak suya/çamura ulaşmak istiyor. Gece hayvanı. Karınca ve solucanla beslenmeyi çok sevdiğinden burnuyla toprağın altını üstüne getirmenin ustası. Çok hızlı koşabiliyor ve çok iyi yüzüyor. Tehdit edildiğinde çok saldırgan. Çoğunlukla sürü hâlinde yaşıyor. Hem ot obur hem etobur. Her şeyi yediği için temiz beslenmediğinden hareketle etinin insan sağlığına zararlı olduğu ve trişinellozis hastalığını tetiklediği literatürde yer alıyor; buna karşılık sert kıllarıyla fırça sanayi için endüstriyel önem taşıyor. Domuz eti, vitaminler ve fosfor-selenyum gibi mineraller bakımından oldukça zengin. Diyanet’imize göre (2007); “Domuz, dişisini kıskanmayan tek canlı mahlûktur. Domuzun etini yemek suretiyle, bu hususiyetin kişiye de sirayet etme ihtimali vardır.” (?) George Orwell’in 1945 tarihli siyasî hicvi Hayvan Çiftliği’nin başkahramanları Koca Reis, Snowball, Napolyon ve Squealer birer domuzdur. Pink Floyd’un 1977 tarihli Animals albümünde domuzlar üzerine üç şarkı vardır. Galyalı Asteriks’in Maceraları’nda Oburiks (Hopdediks) ateşte kızarmış domuz eti meraklısıdır, bir seferde birkaç domuzu birden yer... Kültürümüzdeyse; bir atasözü ve üç deyim öne çıkar: “Devletin malı deniz, yemeyen domuz” ve “domuz gibi tıkınmak, domuzdan kıl koparmak, domuzluk etmek.” Peki, bunca şan şöhret sahibi domuzlar neden şehre iner? Ülkemizin hemen hemen her bölgesinde yaşayan/görülen yaban hayvanı türüyle domuzlar, ne yazık ki doğal ortamlarında beslenemediklerinden şehre inmekte, çöplere ve parklara/bahçelere dadanmaktadır. Habibatı darmadağın ettik çünkü! Hatırlayın! Korona virüs günlerinde geyiklerin (Londra), kurtların (Artvin), yunusların (Venedik, İstanbul Galata kıyılarında), dağ keçilerinin (Galler/Llandud), çakalların (Chicago, San Francisco) bomboş sokaklarda görülmesi rastlantısal olabilir mi? Çok iyi biliyoruz ki; yaşam alanlarını işgal ettiğimiz, doğal ortamlarını yok ederek hayvanat bahçelerinde “seyir objesi”ne dönüştürdüğümüz hareketli canlı türleri isyandadır. “Şehir,” büyük işgal ve yağma alanı. Antroposantrizmin (insan merkezcilik) bütün sembollerinin toplandığı şehir, aslında kendi gıdasını bile üretmekten acizdir. Köprüler, otoyollar, gökdelenler, AVM’ler, sağlık ve eğitim kampüsleri, havaalanları, spor tesisleri… yumurtlayamaz, sağılamaz, hasat edilemez. Bir kriz anında ihtiyacımız olan şey, ettir, süttür, sudur, ottur. Varoluşsal ihtiyaçlarımızdır bunlar. Bu bağlamda şehir, varlığıyla doğayı inkâr ederken yine de doğayı sömürmekten hem kendisini hem doğayı yok etmekten vazgeçmez. Şehir, kendisinden başka hiçbir şeyi değerli kılmaz ve görmez. Şehir, bir kibir, gösteriş ve güç örgütlenmesidir. Biyo çeşitlilik kaybı ve ekosistem hasarı, yaşamımızı tehdit eder boyuttaysa bunun sebebi insan, sonucu şehirdir. Bu hasar, kaçınılmaz değildir, seçtiğimiz yaşam biçimimizdir. “Almak” üzerinden kendini var eden şehir insanı; attıklarını (atığını/çöpünü) görmezden gelmeyi bırakmak ve yüzleşmek zorundadır. Şehir sürekli büyür, şehirde sahipsiz ve boş alan yoktur; hareketsiz ve hareketli canlı türlerinin yaşayabileceği, insan eli değmemiş “yaban alanı” kalmamıştır. Evet, insan ev ve şehri, ev ve şehir de insanı biçimlendirir. Ev ve şehir, insana ait özelliklerin ayrı ayrı biçimlendiği, teorik iddiaların cisimleştiği mekânlardır. Çocukluk dönemime dair zihnimizde canlanan mekânları ve değerleri elbirliğiyle yok ettik. Şehrin belleği de sizlere ömür; şehrin dokusu, mimarisi, sokakları, meydanları, parkları… Şehrin formları sürekli değişirken ne bir kural ne bir ortak kabul vardır artık! Kökleriyle bağını koparan, özünü, geçmişini yitiren insan geleceğe nasıl tutunacaktır? Mimar odaları, şehrin hafızası yürüyüşleri düzenleyerek bu önemli mekânların korunması için bir farkındalık yaratmaya çalışıyor, çok uğraşıyorsa da fazla destek göremiyor çünkü rant kavgası her şeyin önüne geçmiştir. Memduh Şevket Esendal’ın 1943 tarihli “Ayaşlı ve Kiracıları” ile not düştüğü süreç yani şehir insanının kiracılık kültürüyle birlikte hiçbir yere ait olmama hâli sonun başlangıcıdır. Kiracılık, bir alışveriştir çünkü. Roman, “modernizmin evsizliği”ne giriş kitabıdır. Şehir yaşamıyla birlikte ev konuta, geniş aile düzeni çekirdek aileye dönüşmüştür. Şehir sadece binalardan, caddelerden, meydanlardan oluşmaz; her şehrin kendine has bir kimliği, ruhu, kokusu vardır. Yoksa, şehir bir karabasandır. Üst üste dizilmiş konutlar… Ev, muhit, mahalle üçlüsü yaşamsal derinliğini kaybederken müstakil evler ve gecekondular yerini gökdelenlere, sitelere bırakmış; rant kasırgası, İzmir’i yutmuştur. Farkında olmasak da insanlar, domuzlarla aynı kaderin konuğudur. Ve Platon (MÖ 427-347) hâlâ haklıdır: “Hükümdarlar (belediye başkanları) filozof, filozoflar hükümdar (belediye başkanı) olsaydı, şehirlerin yüzü ışırdı.”